Golsüz biten ilk maçın skoru avantaj olsa da, rövanşta sizi bekleyen en büyük tehlike kalenizde gol görmek. Bu psikolojinin üstüne bir de seyirci desteği olmayınca, F.Bahçe maça kontrollü başladı. Belki sıkıcı, temposu düşük bir mücadele izledik ama BATE gibi koşan, fizik olarak diri ve kontraataklardan canınızı yakabilecek futbolculara sahip bir takım karşısında açık vermemek ve gol yememek önemliydi. Kırmızı karta kadar, F.Bahçe takımı hücumcular ile savunmacılar diye ikiye ayrılmıştı. Forvet ile defans arasındaki mesafe bu kadar fazla olunca, sarı-lacivertliler pozisyon üretemediler. Rakip 10 kişi kalınca 35’ten sonra biraz daha tempoyu arttıran, orta sahada baskı yapıp BATE’yi kendi kalesine iten bir takım görmeye başladık. Penaltı, öyle bir anda geldi ki, o gol Aykut Kocaman’ın devre arasında alabileceği riskleri de ortadan kaldırdı. İkinci yarının başında BATE’nin kaçırdığı gol, ardından Baroni’nin direkten dönen topu son düdükle birlikte anlamını yitirdi. Aksi bir sonuçta her iki pozisyonu hafızalarımızdan silmek kolay olmazdı. KOCAMAN ALKIŞF.Bahçe, Limassol deplasmanı dışında, Avrupa’daki maçların kontrolünü hiçbir zaman rakibe vermedi. Kaliteli ayakları ve pas yüzdesindeki başarısıyla tempoyu hep elinde tuttu. Teslim olmadı, baskı yemedi ancak hiçbir maçı da müthiş oyun, bol pozisyonla kazanmadı. Türkiye Ligi’nde bu strateji işe yaramıyor, çünkü rakipleriniz de benzer oyunla sizden puan almaya çalışıyor; ancak Avrupa takımlarının oyununu F.Bahçe sakin yapısıyla bozmayı başarıyor. Bunu doğru uygulayabilmek marifettir ve Aykut Kocaman ile futbolcuları alkışı hak etmiştir. Kupada, önemli takımlar elendi, bazıları da yoluna devam ediyor. F.Bahçe’nin final yürüyüşü ortaya konan futbolla ışık vermeyebilir ancak hiçbir şey imkansız değildir. Yeter ki F.Bahçe oyununun üstüne koysun ve sarı-lacivertli futbolcular inansın!